Bugün İstanbul denilince aklınıza birçok ilçe, birçok semt veya muhit gelir. Oysa bir zamanlar İstanbul denilince surlar içinde kalan yerler yani bugünkü Eminönü ve Fatih bölgeleri düşünülürdü. Şehrin ilk kurulup gelişmeye başladığı alanlar olarak kabul edilen, surların içinde kalan kısmın gerek tarihi gerekse günümüzdeki ana merkezi Sultanahmet’i dolaşacağız.
Sabah erkenden yola koyulup tüm günümüzü geçirmeyi planladığımız Sultanahmet’te ilk durağımız kahvaltı mekanımız olacak. Bölgede kahvaltı için yerel, turistik, aperatif, açık büfe hemen her çeşit seçenek mevcut. Zira rotamız İstanbul’un turistik merkezi. Biz ise nostaljik bir pastane deneyimi yaşamak istiyoruz ve Divan yolu üzerinde, metro durağı yakınında, merkezi konumdaki Çiğdem Pastanesi’ne gidiyoruz.
1961 yılından bu yana hizmet veren pastanede börek, açma, simit gibi klasik kahvaltı unsurlarının yanında nefis kahvaltı tabakları veya sandviçlerinden tadabilirsiniz.
Mekanın küçük bir girişi var ve sizi görsel olarak iştahlandıracak ürünlerle dolu. İç kısmı çok geniş olmasa da bize aradığımız pastane nostaljisini yaşattı. Kahvaltı olarak biz çeşitli lezzetler tatmak adına börek tabağı, simit, kahvaltı tabağı, melemen, sandviç gibi farklı ürünlerden tadımlıklar aldık. Lezzet konusundaki bu başarılı mekanı Sultanahmet’te kahvaltı yapmak istediğinizde tavsiye ediyorum. Ancak şunu da belirtmeliyim ki bu pastanede harika tatlılarda mevcut. Kendi özel ürünlerinden tutun klasik tatlılara kadar, akşamüstü çayı için de tercih edilebilir.
Kahvaltı sonrası meydanın tarihi yapılarını incelemek üzere mekandan ayrılıyoruz. İlk durağımız beş dakikalık bir yürüyüş ile Alman Çeşmesi. Türk-Alman dostluğu anısına yaptırılan bu çeşme Almanya’da hazırlığı yapılıp Türkiye’ye getirilmiştir. Alman İmpratoru Wilhelm II’nin İstanbul’a yaptığı ikinci ziyaret anısına yapılmıştır. Çeşmenin kubbesinde hem II.Abdülhamid’i hem de Wilhelm’i temsil eden simgeler bulunmaktadır.
Sonraki durağımız aynı alanda bulunan Dikilitaş.
Tarihi hemen hemen 3500 yıla uzanan eser, önce Mısır’da Firavun tarafından yapılmasına karşın sonradan İstanbul’a şehri süslemek adına getirtilmiş son derece önemli bir tarihi yapıdır. Üzerinde Mısır hiyeroglifleri de bulunan Dikilitaş’ın ilk yapılmış halinin 20 metre civarında olduğu ancak şu anki halinin bunun üçte ikisine tekabül ettiği söylenmektedir. Bunun sebebi taşıma sırasında ve zaman içinde gördüğü hasarlardır. Zira alt kısmında tam ortadan kesilmiş hiyeroglif yazıda gözlemlenebilmektedir. Hipodrom alanı olarak anılan Sultanahmet’in bu bölgesinde Dikilitaş’ı muhakkak görmelisiniz.
Dikilitaş’tan sonra rotamızı bölgenin en önemli eserlerinden Ayasofya’ya çeviriyoruz. Öğleden sonra saat 13.00 ve sonrasında kalabalığın arttığını bildiğimiz için bu önemli merkezi öğle arası vermeden ziyaret etmek istiyoruz. Ayasofya için söylenecek aslında çok fazla söz yok. Mekan bir çok kültür için hem kutsal hem de tarihi kabul edildiği için ve içerisindeki muazzam havası ile hemen herkesi etkilediği için İstanbul’da yaşayan veya bu şehri ziyaret eden hemen herkesin ilk duraklarından olmalı.
Bugün Sultanahmet’te son durağımız Yerebatan Sarnıcı. Her ne kadar planımızda Topkapı Sarayı da bulunsa, gittiğimiz gün ziyarete kapalı olduğu için giremedik. Defalarca gittiğim Topkapı Sarayı’nı ve tabii ki Sultanahmet Cami’ni de bu bölgeye yapacağınız bir ziyaret de listenize almanızı öneririm. Yerebatan Sarnıcı bölgenin en çok turist çeken alanlarından biri. Zira sarnıcın mistik havası küçük büyük herkesi etkiliyor. Bazilika Sarnıcı olarak da bilinen mekan yerin altında yaklaşık 10,000 metrekare büyüklüğünde muazzam bir su deposudur. 336 adet sütunun yer aldığı sarnıçta Medusa Başı da önemli bir tarihi eser olarak yerini almıştır. Yılan saçlı kadın olarak bilinen Medusa ile ilgili birçok efsane bulunmaktadır. Bu tarihi mekan sadece bu özellikleri ile turist çeken bir yer olmakla kalmayıp, önemli kültürel etkinliklere de ev sahipliği yapmaktadır.
Daha fazla seyahat içeriği için blog sayfama buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
